25 Ekim 2010 Pazartesi

Cevdet Bey'e veda ettik

Pazartesi'nin sendromu meşhurdur. Haftanın ilk iş günü olmasından tabii, her işbaşı yapan insan evladı bu psikolojiye kapılır. Ben kapılmıyorum. Çünki bugün çalışmıyorum... Pekçok insanın kabus olarak tabir ettiği bugün, benim tatil günüm...

Tatil gününde insan ne yapar? İnsanlar tatil günlerini farklı şekillerde değerlendirir. Ben de kendime göre farklı şekilde değerlendiriyorum. Mesela, dışarı çıkmıyorum, ev keyfini sürüyorum. Evdeki yarım kalmış işlerimi tamamlıyorum. Çamaşır yıkıyorum, ütü yapıyorum, odamı toparlıyor, gazete fazlalıklarından kurtuluyorum. En önemlisi de, yazma faaliyetini şöyle tadını çıkara çıkara, yayıla yayıla yerine getiriyorum.

Güneşli bir gün. Sıcaklık normal seyirlerde. Aklımda 'O adam'. Ama daha az işgal ediyor hayatımı. Darmadağınık olan kafamı da toparlamışım bir nebze de olsa. Gereksiz düşüncelerin bir kısmından kurtulmuşum...

Kitabı bitirmişim sabah. Cevdet Bey, çocukları ve torunlarına veda etmişim. Haftalardır elime yapışan 600 sayfalık kitaptan kurtulmuşum. Hafif bir hüzün ama yeni başlangıç adına mutluluk var bende. Orhan Pamuk'a biraz daha yakın hissediyorum kendimi. Bitti mi? Tabii ki bitmedi. Yeni Orhan Pamuk'la devam edeceğim yola. İkinci kitaba başlayacağım bu defa. Büyük ihtimalle gece yarısı 12'den sonra başlayacağım yeni kitaba. Bende bir ritüeldir bu durum. Bitirdiğim kitap ile yeni kitap arasında mutlaka bir gün geçmesi gerekir. Bugün bittiyse, yarın başlanır. Yarına da gece 12 itibarıyla başlandığı içindir ki bu tarihi belirledim ve açıkladım.


Peki Cevdet Bey nedir? Neden Cevdet Bey?

Gerek yazarı gerekse yazıldığı dönemi göz önüne alırsak, modern çizgilerde yazılmış, günümüz yaşam mücadelelerini konu alan bir kitap olarak düşünülecek bir kitaptır Cevdet Bey ve Oğulları. Lakin hiç de öyle değil. Orhan Pamuk, 15 yıllık ressam konumunu terk edip hayatını yazar olarak devam ettirme kararı aldığında, bütün okumaları, yazmaları, uğraşları ile kendisine bir Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yaşar Kemal, Reşat Nuri Güntekin modeli koymuş, eski romanların bıraktıkları tatları hissettirmek istemiş kitabında. Bir hikayemsi havada başlayan ilk sayfalar, daha sonra karakterlerin kendi iç sesleriyle konuşmalarına dönerek detayların tasvirlendiği bir durum romanına dönüşüvermiş. Benim gibi en son yazdıklarından başlayarak Orhan Pamuk okuyucusu olmuşsanız, kitapta yazarın kendi hikayesini anlattığını net bir şekilde anlayabilirsiniz. Kitapta sadece ailesi değil, takma bir isimle resim sanatıyla uğraşan kendisinin de yer aldığını görmekteyiz. 

Kitapta ne anlatılıyor, ne oluyor, ne bitiyor?

Eğer kitabı okumayı düşünüyorsanız ve konu ve olay örgüsünün sürpriz olarak kalmasını istiyorsanız, bu bölümü okumamanızı öneririm. Ha kitabı okumuş ve benim gözümden kitabın nasıl değerlendirildiğini görmek istiyorsanız ya da kitabı okuyup okumamak önemli diil sadece neler anlaltıldığı hakkında merakınızı giderme düşüncesindeyseniz buyrun Gülay'ın gözünden kitabın içeriğine bir göz atalım: 

Cevdet Bey ile başlayıp, ancak onun da ailesine göz atıldığı için bunu da sayarak aslında 4 kuşağın anlatıldığı kitap, üç bölümden oluşmakta. Enteresandır, birinci ve üçüncü bölümler sadece 1 günü anlatıyor. Tüm olaylar, olanlar bitenler ikinci bölümde yer alıyor. İlk günün anlatıldığı bölümde Cevdet Bey, hasta ağbisini ziyarete gidiyor, kendisine yarardan çok zararı dokunan ailesi ve akrabalarından uzaklaşarak evlenip yeni bir başlangıç yapmak istiyor. Nişantaşı'nda oturmayı hayal ediyor. Nişantaşı'nın hikayesini anlatıyor, orada bulduğu evi geziyor, evleneceği kızla nasıl bir hayat kuracağını düşünüyor...

Oldukça heyecanlı bir şekilde sayfalar okunadururken birden bire 'ikinci bölüm' ile burun buruna geliyoruz. Bayramda bütün ailenin masada bir arada olması ve kitaba giren yeni karakterlerin okurla tanıştırılması ile devam ediyor. Cümle aralarında sürekli tarih aksettiriliyor. Bu şekilde, kitaba başladığımız o ilk günün ardından tam 30 yılın geçtiğini anlıyoruz. Merakla, ilk bölümdeki karakterlerin ve bize anlatılan olayların nasıl geliştiğini ara ara ve merakla o an yaşananlar arasından çıkarmaya çalışıyoruz.  30 yıl. Cevdet Bey evlenmiş, şansı yaver gitmiş ve ticaret hayatında oldukça iyi yerlere gelmiş. İki oğlu, bir de küçük kızı var. Torunları dünyaya gelmiş. Çocukları yurtdışında okumuş, iyi birer işadamı olmuşlar. Son derece modern bir yaşamı sürdürmekteler.

Kitap hikayenin ötesinde bir nevi biyografik özellikler taşıması sebebiyle, olayların geçtiği tarihler de dikkate alınmış. Ülkenin karışık durumu, Atatürk'ün hastalığı gibi konular da zaman zaman anlatılmakta. Cevdet Bey, mutlu ailesi arasında ama aynı zamanda ailenin parçalanmaması adına mücadele verirken, kalbi strese dayanamaz ve aniden hayatını kaybeder. Aileyi bir arada tutma görevi Nigan Hanım'a devredilir. Bu oldukça zordur. Yeni sorunlar, aldatmalar, hayatın anlamını aramalar arasında gidip gelir olay örgüsü. Bir yerden sonra kitabın ana kahramanı, Cevdet Bey'in küçük oğlu Refik oluverir. Refik, en yakın arkadaşları Ömer ve Muhittin ile farklı düşünceleri paylaşmaktadır. Birbirleriyle sürekli çatışırlar, birbirlerini eleştirirler... Ama eninde sonunda yine de birbirlerinden medet umarlar. Refik, hayatın bir anlamını aramak üzere eşini, ailesini, işini terk eder. Kemah'a yakın arkadaşı Ömer'in yanına gider ve aylarca orada kalıp kitaplar okur, düşünür, kitap yazar ve bir amaçla, ülkesine hizmet etmek üzere geri döner. Ömer bir inşaat mühendisidir. Bir fatih olmak ister. Bir ara gönlü bir kıza kayar, onunla nişanlanır ama normal insan yaşamı onu boğar, sonunda onu terk eder, idealleri arasında boğulup çiftçilik yapmaya başlar. Muhittin ise şairdir. Hayali kitap yazıp ünlü olmaktır. 30 yaşına kadar ünlü olmazsa intihar edecektir. 30'undan önce kitabı yayınlanır. Ama kimse onu ve kitabını önemsemez. İntiharı düşünür, hayatı anlamlandırmaya çalışır, böyle düşünceler arasında boğulurken tesadüfen bir barda karşılaştığı adamın kendisine söyledikleriyle bambaşka bir yöne döner. Düşüncelerini, inançlarını, ilkelerini değiştirir. Siyasi dergilerde yazmaya, dergilerin kadrolarında yer almaya başlar. Genelinde bu üç adamın kendi hayatlarını sorgulamaları, yaşamı anlamlandırmaya çalımalarıyla geçer kitap. Artık sıkıcılığa doğru giderken pat diye bitiveririr ikinci bölüm de.

Ve üçüncü bölüm...

30 yıl sonrasına gidilir bu sefer. İkinci bölümün bitişinde Refik'in bir oğlu olacağı, isminin de Ahmet olmasını istediğini öğreniriz. Üçüncü bölüm, Ahmet'in ressam olarak kendi yalnızlığında ama derin yaşamında geçmektedir. Babaanne Nigan Hanım hastadır. Refik intihar etmiştir. Geçen 30 yıl içinde ne olup bittiği yine aralarda geçen diyaloglardan çıkarılır. Ahmet ve sevdiği kız, ona açılamaması anlatılır. Nigan Hanım'ın hafızası zayıflamıştır. Birçok şeyi hatırlamaz, sayıklar, bir hemşirenin nöbetinde hayatını sürdürür. Bu defa Ahmet'in iç seslerini ve monologlarını takip ederiz. Ahmet, bir zamanlar babası ve dedesinin yazmış olduğu günlükleri bulur. Onları okur. İlknur'a olan sevgisini düşünür, babaannesiyle ilgilenir. Kendi düşüncelerine dalmış vaziyette aşağı kata Nigan Hanım'ın yanına geldiğinde, o 1 günlük zaman diliminde hikayenin ana karakteri Nigan Hanım'ın yaşama veda ettiği son dakikaları hüzünle izleriz. Bir devir kapanır, bir kitap noktalanır böylece...

Kendimden ne buldum bu kitapta?

Aslında her güzel kitapta, kendimden birşey bulurum mutlaka. Bu kaçınılmaz ve çok raslanılan bir durumdur. Ama bu kitap gerçekten çok özel bir yere sahip benim hayatımda. Bir kere, çok bunaldığım ve yalnız kaldığım zamanda okuduğum bir kitaptır. İstanbul'dan Eskişehir'e giderken, dizlerimde sevdiğim adam uyurken elimde duran kitaptır. Ekim benim için değişik bir aydı. Çok fazla şeyi birarada yaşadım. Çok üzüldüm, çok ağladım, çok radikal kararlar aldım. Radikal kararlar almamı tetikleyen bir adamın kitabıdır. Kitap yazmak her zaman aklımda vardı. Ama bunu faaliyete geçirdiğim zamana denk geldi bu kitapla tanışmam. Hatta eşdeğer gitti, kendime birtakım notlar aldım nasıl bir kitap yazacağım konusunda.

En önemlisi de... Kitabın son bölümündeki Nigan Hanım, benim babaannemdi... Onun ölümünü izler gibi oldum. Onu yazmayı çok istemiştim. Hâlâ da çok istiyorum. O yüzden birtakım benzerlikler de olacak yazacağım kitapta. Ama elimde değil. Beni karanlıktan çıkaran, elimi tutup yaşamımı sürdüren iki insandan biridir babaannem. Onun sessiz ölümü gibi, benim babaannem de sessiz bir şekilde ölüyor. Belki son 24 saatini yaşıyor, belki biraz daha fazla belki daha az... Ama ölüyor. Onu kaybediyorum. Tutunduğum dal kırılmak üzere. Yere düşeceğim bu aşikar. Canım da acıyacak... Bunu bekliyorum.

Ya da kitaptaki Ahmet gibi, odama geçeceğim, balkona çıkacağım, sokaktaki arabaları, yoldan geçen insanları, çöp tenekesinde eşelenen kediyi izleyeceğim. İçimden "Hayat devam ediyor" diyeceğim.
  


    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder