29 Ocak 2011 Cumartesi

Eşsiz güzelliğiyle büyüleyen 'o yazar'la tanışma...

2011 yılının soğuk bir Ocak günü... Mevsimlerle inatlaşan hava, tam da o gün, yönünü kışa döndü. Yağmur, fırtına ve kar kokusu yüklü bir ortamda, bütün gece heyecandan uyuyamamış bir kız koşarak evden çıkmakta... Heyecanı, hayatının dönüm noktasını oluşturan bi buluşmadan kaynaklanmakta. Yıllarca kitaplarını okuduğu, kendine model olarak gördüğü ünlü bir yazar, röportaj teklifini kabul etmiş saat 10 buçukta kendisini hem de evinde beklemekte...

Nasıl heyecanlı olmasın bu kız. İlk defa bir yazarla buluşup, onunla sohbet edecek, evine gidecek. Bir daha böyle bir fırsat geçer mi eline, belirsiz. Sorular eksiksiz olmalı. Ne sorulması gerekiyorsa hepsini not almalı... Yazarın karşısına hazırlıklı çıkmalı...

O yağmurlu sabahta, heyecandan uyuyamamış ve ağzına bir lokma koyamamış o kız, koşarak Cevahir'e ulaşmaya çalışmakta. Aksilik bu ya, şemsiyesini unutmuştur. Saçlar tel tel dağılmıştır... Fotoğrafçıyı beklerken randevu saatini kaçırmak üzeredir. Üstelik yazarın telefonda tarif ettiği evi bulup bulamayacağı konusunda da tereddütlüdür.

Şans yine de o kızdan yanadır... Karşısına çıkan tüm aksiliklere rağmen, muhteşem buluşma gerçekleşmiştir. Kız, çoğu zaman yazarın güzelliği ve mükemmelliği karşısında donup kalsa da çok keyifli bir sohbet ortamı yaşanmıştır.

Ve o tarih, o buluşma, o fotoğraf, genç kızın ömrü boyunca unutamayacağı anılarının en üst sıralarında, hep hatırlanacaktır...

9 Ocak 2011 Pazar

'Hoşçakal' güzel bir sözcük değil

Hüzün getirir, üzüntü keder, karamsarlık, acı, melankoli...
Gözyaşı, mutsuzluk,
nedenler, sorgulamalar, depresyon, travma, yara, 
baş ağrısı, solgunluk, boşunalık, anlamsızlık, 
beklentilerin sonu,
veda....,
dalgınlık, haykırış, çeresizlik, bunalım, uçurum, koma,
intihar...
isyan, karanlık, umutsuzluk,
ÖLÜM
hayal kırıklığı, kayboluş, yok oluş,
yalnızlık
öfke, kriz
SESSİZLİK getirir
HOŞÇAKAL güzel bir sözcük değildir!
Kullanırken, sonuçlarına katlanmak gerekir...

3 Ocak 2011 Pazartesi

Rüya hırsızı


Bu anlatacaklarımı çok yakın bir arkadaşımdan dinledim.

Kendisi, herkeste bulunmayan birtakım özelliklere sahip. Bazı yetenekleri var. Doğaüstü demeyelim de, aslında ‘keşke böyle bir gücüm olsa’ denilebilecek tarzda, insanların düşüncelerini okumak. Hayır okumak da değil, rüyalarını yaşamak gibi bir şey. Biraz karışık. Çok sevdiği birisine yoğunlaştığı takdirde, geceleri onun rüyalarına girip, gerçek olmayan bir hayatta onunla yaşayabiliyor.

Hadi canım, demeyin. Bizzat yaşadım o dinlediklerimi. İnsan kendisini anlayabilip onunla düzgün iletişim kurduğu takdirde, içindeki bu özel yetenekleri keşfedebiliyor. Bunun için fazlasıyla sessiz kalmak, bol bol düşüncelere dalmak, ama bu düşünceler esnasında BAŞKA BİRİNİ değil, yalnızca kendisini düşünüp, ruhuna seslenebilmek gerekiyor.

Deli dolu görünüp de benliğini çok derinlere saklayabilen bu arkadaşım, çoğu zaman bilinen vatanından kopup başka ülkelere kaçar çalışmak bahanesiyle. Tüm sevdiği, bildiği, tanıdığı insanlardan milyarlarca kilometre uzaklıkta, etrafında yalnızca dağları, gökyüzünü görebildiği yerlerde yaşar. Burada bol bol kendisiyle kalıp bir nevi inzivaya çekilir.

Çok sonraları laf arasında bahsetmişti bana. “İnsan en çok sevdiklerinin canını acıtır. Ben bu tarz yaşamayı, sevdiklerimin kalbini kırmamak için seçtim” demişti.  “Ama uzak kalınca da acı çekiyorsun. Onu düşünmeden edemiyor, sesini duymak,  yüzünü görmek istiyorsun. Gülüşünü özlüyorsun, her şeyini özlüyorsun işte.”

Buna bir çare bulmak gerektiğini biliyor, bunun üzerine kafa yormayı sürdürüyormuş yine böyle düşüncelere daldığı zamanlarda. Sonra bir anda bir ampul yanmış kafasında.

Devamını, onun ağzından veriyorum:

“Keşke bu dünyada değil de, başka bir boyutta yaşayabilsek onunla diye düşünüyordum. Sonra gerçek hayata dönsek, ve hayatımıza kaldığımız yerden devam etsek… O sırada, birden televizyondaki sese gitti kulağım. National Geographic kanalında, ilginç bir belgesel film gösteriliyordu. Konusu ‘rüya’ idi. Rüyanın nasıl görüldüğü, neden oluştuğu, gerçek yaşamla bağlantısı gibi şeyler.
Dedik ki, şimdi gözlerimi kapasam, onun rüyalarına dalsam, rüyada onunla konuşsam. Her şey doğal, gizlenme yok. Neysek oyuz orada. Bunları bilsem…”

Ben imkansız diye bir şey tanımıyorum bu hayatta. Buna inanıyorum. Eğer isterse, yoğunlaşırsa, her şeyi yapabilir insan hayatta. Sadece kendi engelleri vardır. O engelleri kaldırıp kendisiyle baş başa kalması gerekir.
Şimdi, birini çok seviyorsam, onun üzerine yoğunlaşarak, rüyasının içine girip onunla konuşabiliyorum. Söylemek istediklerimi söylüyor, öğrenmek istediklerimi duyuyorum. Onunla başka bir boyutta yaşamayı öğrendim. Mutluluğumu rüyalarımda yaşıyor, uyandığımda da gerçek dünyanın gereklerini yerine getiriyorum.”

O yüzden bu arkadaşımın uykuyla arası çok iyidir. Mutluluğu yakalayabildiği, sevdikleriyle beraber olabildiği tek yer geceler ve rüyalardır. Boşuna demiyorlar ‘tatlı rüyalar’ diye.

Bu hayatta mutlu olamamışlara, rüyalarda mutluluklar diliyorum.

Uzaklardaki sevdiklerime selamlar.




  

1 Ocak 2011 Cumartesi

Andrea Guerra - La Finestra di Fronte



Sadece dinlenesi... Huzur verici bir akustik...
2010 benim için unutamayacağım güzellikleri yaşadığım bir yıldı
Dilerim 2011 daha güzel bir yıl olur hepimiz için
Sevdiklerimizle, onlardan hiç ayrılmamacasına birlikte olmak dileğiyle....
Hoşgeldin 2011