19 Kasım 2010 Cuma

“Lüsyen’in arşivi gelirse kitabı baştan yazacağım” (milliyet söyleşi)


Can Dündar:“Hamid’in Atatürk için yazdığı şiirlerinde eski şiirlerinin tadı yok. Anıda, hatta mektupta rol yapabilirsiniz ama şiirde hayır. Bir insanın sevmediğine güzelleme yazması çok zordur. İkisi de birbirine mesafeli bence. Ama devrimlere inanıyor ve destekliyor.”
Şair-i Azam Abdülhak Hamid-Lüsyen Hanım aşkının romanını yazan Can Dündar: “Belçika’da bir tavan arasında Hamid’in Lüsyen’e yolladığı bazı mektuplar var. Gerçek Hamid o mektuplarda...”
Zannetmeyin ki, Lüsyen Hanım’la Abdülhak Hamid’in aşkını anlatan 550 sayfalık “Lüsyen” romatizmin doruklarında bir öykü. Belki öyle başlıyor. Kız
18 yaşında, adam 60...
Kız her şeyi bırakıp geliyor adama, evleniyorlar, adam ona Osmanlı’nın görkemini yaşatıyor. Buraya kadar iyi. Sonra Lüsyen bir İtalyan kontun peşinden gidiyor, onunla evleniyor. Hamid de razı geliyor bu evliliğe. Bu arada Lüsyen’le Hamid’in arasındaki tutku dolu mektuplaşma devam ediyor. “Efendiciğim”le başlayıp “Babacığım”la devam eden mektuplar...
Bu arada imparatorluk devriliyor, cumhuriyet kuruluyor. Hamid iki devrin de adamı olabiliyor. Aslında o bir anti-kahraman, sevemiyorsunuz.
Kitabın yazarı Can Dündar’la söyleşide Lüsyen konusunda ters düştük.
O, Lüsyen’in çıkarları peşinde Hamid’le kaldığını düşünüyor. Ben ise ona bunca şeye mal olan bir adama ancak gerçek aşkla bağlı olacağına inanıyorum.
İsterse dünyanın en güzel şiirlerini yazsın; gittikçe huysuzlaşan, hayatında her daim birden fazla kadına yer açan bir adamı sevmeye devam etmek kolay iş değil.
1966 yılında yapayalnız yaşadığı evinde, yatağının önünde ölüsü bulunduğunda baş ucunda Abdülhak Hamid’in fotoğrafı ve çerçevelenmiş şiirleri duruyordu.
“Lüsyen”, Can Dündar’ın iğneyle kuyu kazarak var ettiği, aşkın tariflerini zorlayan bir yaşamın kitabı.


18 yaşında bir genç kız, 60 yaşında Şair-i Azam... Birbirlerinden hoşlanmak için çok sebepleri var. Ama bu ilişkiyi sürdürmek için yeterli sebepleri var mı sizce?Ben de böyle baktım başta ama bu bakış açısı biraz oryantalist: 18’lik Avrupalı kız, bizim yaşlı Türk ile ne yapacak? Halbuki kızın babası bir kömür ocağında işçi şefi, Belçika taşrasından bir köylü kızı Lüsyen. 18 yaşının tazeliği var. Karşısındaki adam ise dünyayı fethetmiş. Koskoca Osmanlı’da şairlerin en iyisi. Lüsyen’e vaat ettiği, Osmanlı’nın başkentinde bambaşka bir hayat. Kolay kolay boşver diyemeyeceği bir teklif... Liege’de kalmayı seçseydi ben bugün “Lüsyen” diye bir kitap yazmazdım.

Kitabın adı neden sadece “Lüsyen”?Çünkü ben onun peşine takıldım. Baştan beri onun derdindeydim, hâlâ da uğraşıyorum. Kitap çıktı ama hâlâ bu sabah Belçika ile yazışıyordum. Çünkü Lüsyen’in arşivi Belçika’da bir tavan arasında duruyor. Ve ben o arşive ulaşamadan bu kitap çıktı diye perişan haldeyim.

 Ne var o arşivde?Hamid’in mektupları kayıp. Gerçek Hamid orada. Nedense resmi mektuplarını yayımladı, Lüsyen’e kendi mektuplarını yayımlattı ama ona yazdığı cevabi mektupları sakladı. Münevver Ayaşlı’nın anılarında küçücük bir paragraf gördüm. Diyor ki, Lüsyen ölmeden önce bu mektupları dönemin Belçika büyükelçisine emanet etti ve “Bunları kaçır” dedi. Kaçır dediğine göre o mektuplarda sakıncalı bir şeyler var.

“Bir devletin ve bir adamın iktidarsızlaşma serüveni”

Neden ulaşamıyorsunuz bu arşive?O büyükelçi ölmüş, çocukları da ölmüş... Uğraş didin, bir iz bulduk. Geçen ay birinin evinde Lüsyen’e ait kutular olduğunu öğrendik. Ben o tarihten beri “Durdurun, kitabı durdurun” havasına girdim. Fakat aristokrat bir aile, şatoda yaşıyorlar. Bir türlü o tavan arasına girip o kutuları çıkarmaya ikna edemedik. Kasım başında çıkaracaklarına dair söz aldık. Arşiv elimize geçerse kitabı baştan yazacağım. Eksik taşlar yerine oturacak.

Eksik taşlar demişken... Okur olarak bu hikayede hissettiğim en büyük eksiklik, Lüsyen ile Abdülhak Hamid arasındaki temas, yani seksti.Bilmediğim yerde durdum. Tahmin edersin ki çok güzel sahneler yazabilirdim. Ama bütün yazım serüvenim kendimi kamçılamaktan çok dizginlemek şeklindeydi. Ama şu kadarını yazdım: Bu kitap, tümüyle baktığınızda bir devletin ve bir adamın iktidarsızlaşma serüveni... Devlet böyle bir şairine sahip çıkamayacak kadar iktidar kaybına uğruyor. Hamid de sanıyorum ki iktidarsız bir adam. Muhtemelen tanıştıkları andan itibaren... Bu öykünün içinde seks olduğunu zannetmiyorum.

Gerçek olamayacak kadar platonik bir aşk mı bu? Acaba biz bugünün aşk anlayışından mı bakıyoruz diye düşünüyorum. İlişkiler çok içerik değiştiriyor. Bu kitapta benim de cevap aradığım sorulardan biri şu: İhtiyaç ve çıkarlar aşka dahil mi? Lüsyen şaşaalı hayatı seviyor, bu hayatı ona sunan bir adam. İçinde ten teması olmayan bir öykü aşka dahil mi?

“Hiçbir kurgu bana hakikat kadar büyük tat vermiyor”

Sizce dahil mi?Bunun aşk kalıbına girdiğini düşünüyorum. Aksi takdirde o ihtiraslı mektupları izah edemeyiz. Bu nasıl bir tutkudur? Bir kadın nasıl olup da önce “Efendiciğim” diye başladığı mektuplara sonraki yıllarda aynı şevk ve sevgiyle “Babacığım” diye devam edebilir? Bu öyküde “Babacığım” da aşka dahil...

O babacığım hitapları beni irkiltti. Bu nasıl bir “babacığım” bilmiyoruz. Kadın kocasının yanından yazıyor Hamid’e mektupları, onu evlerinde ağırlıyor. Yoksa bu başından itibaren bir baba-kız ilişkisi mi? Freudyen bir durum aslında. Bütün ipuçları var. Birisi bunun üzerine bir roman yazabilir! Hakikaten ben bunun romanını yazmayı çok isterim ama tuttum kendimi.

Neden gerçeğe hararetle sadık kalmak istediniz?Belgeselcilikten gelen bir çekingenlik... Hiçbir kurgu bana hakikat kadar tat vermiyor. İkincisi, yaşanmış bir şeye müdahalede bulunmak bana hepten yanlış geliyor. Bu konuda çok muhafazakarım.


“Hamid kadınlar mezarlığı üzerinde şiirler yazarak yürüyen bir adam”
Büyük bir aşk hikayesi bu. Ama hep Lüsyen’in aşkı olarak okudum. Hamid’in aşkına inandıracak doneler yoktu.

Bu, kadın bakış açısı. Çünkü kadın tek aşka inanıyor. Hamid ise diğer kadınlarla birlikte Lüsyen’e de âşık. Bu, haklı olarak, hiçbir kadının benimseyemeyeceği bir şey. Ama böyle bir erkek gerçekliği var. Hamid gibi erkek çok. Onun için kadın mülhime, yani ilham veren bir yaratık. Asla kadınsız kalamıyor ve tek kadının ilhamı yetmiyor. Gerçekten de zaman zaman kadın tamamen edebiyat için bir araç. Dönüp baktığımızda o kadınları tanımıyoruz ama o şiirleri ezbere biliyoruz. Edebiyat tarihi, büyük oranda kadın kanıyla yazılmıştır.

Siz Hamid’i sevdiniz mi?Ben şunu öğrendim hayatta; insanlar ayrı, eserleri ayrı... Hamid’de bir kadından vicdansızlık ölçüsünde istifade etmek var. Bir adam karısı ölüm döşeğindeyken onun ölümü üzerine yazdığı şiiri ona okur mu? Hamid okuyor. Beni kitapta en sarsan sahnelerden biri o oldu. Ama belki daha insancıl olsaydı “Makber” gibi bir şiiri yazamazdı. Şair dediğiniz, muhtemelen gözyaşı, kan, nefretin harmanından çıkıyor. Gözümde Hamid, bir kadınlar mezarlığı üzerinde şiirler yazarak yürüyen bir adam.

Sizin için hangisi öncelikli? İyi insan olmak mı, iyi yazmak mı?Galiba iyi insan olmak. En basitinden, bu kitapta ilkelerimden taviz vererek iyi yazar olmayı deneyebilirdim. Yapmadım. Çok ballandırarak bir gerdek gecesi sahnesi yazabilirdim ve kitap çok başka yere gidebilirdi. Çünkü gerdek gecesi bir kadının odasında iki erkek varsa bunun üzerine 40 kitap yazabilirsiniz. Orada tuttum kendimi. 


“Tek kadınlı hayata adapte olmayı samimiyetle isteyenlerdenim”
Bir erkeğin birden fazla kadını aynı anda sevmesi onun “iyi bir insan” olarak değerlendirilmesine engel mi?Bence hayır. Bu algılar, hepimiz biliyoruz ki dönemsel. Bunu 150 yıl önce konuşuyor olsaydık böyle bir soru olmayacaktı.

Neden? 150 yıl önce bir kadın sevdiği adam bir başka kadını daha seviyor diye üzülmüyor muydu?Üzülüyordu mutlaka ama “İyi insan mıdır değil midir?”i tartışmıyordu. Biz çok kadınlı erkek düzeninden tek kadınlı erkek düzenine geçen, pederşahi bir toplumun sancıları içinde bu soruları soruyoruz. Erkek milletine, kırbaçlaya kırbaçlaya “Sen olduğundan başka bir şey olmak zorundasın aslanım” demeye gayret ediyoruz. O da anlatmaya çalışıyor ki, “Benim dedelerimin dedeleri de, dedelerim de çok kadınlı yaşadı. Babam böyle yaşadı. Bana gelince durdu bu hikaye. Ben neden 1500 yıllık bu saltanatın en talihsiz halkasına denk geldim?”

Neredeyse acıyacağım.Acındırmak için söylemiyorum. Kadın için ne kadar incitici olduğunu biliyorum ama erkek için de nasıl bir travma olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Kültürel genetiğinde böyle bir durum olan bir erkek, şu anda kendini yeni koşullara adapte etmeye çalışıyor ve zorlanıyor. Samimiyetle isteyeni var, rol yapanı var, yapamayanı ve yapmayanı var.

Siz hangisisiniz?Samimiyetle isteyenlerdenim.


“Kitap bitene kadar sakalımı kesmedim”“Bu kitapla “Hayatta ne yapmak istiyorum?” sorusunun cevabından biraz daha emin oldum. Temmuz ve ağustos kendime çok şaştığım aylar oldu. “Kitap bitene kadar sakalımı kesmeyeceğim” diye ahdettim. Sonunda kendimi görünce şaşırdım. Önceki yaz oturmuştum bilgisayarın başına. Geçen yaz da iki ay Bodrum’da neredeyse hiç dışarı çıkmadan yazdım. “Nihayet” dedim, “Asıl yapmak istediğim şeyi yapıyorum.” Evdekilerin de çok hoşuna gitti. İlk önce eşim okudu. Oğlum da şiir yazıyordu, onunla birlikte sabahladık. O bana, ben ona yazdıklarımızı okuduk.”

“Lüsyen Hanım’ın mezar taşı bile yok, ben yaptırmak istiyorum”“Çözemediğim konulardan biri de Hamid öldükten sonra Lüsyen’in İstanbul’da kalmaya devam etmesi. Hamid öldükten sonra Türkiye Lüsyen’i unutmuş gibi görünüyor. Müthiş bir kimsesizlik, cenazesinde kimse yok. Bir mezarı bile yok neredeyse. Lüsyen Hanım’ın mezarına kitap baskıya girdikten sonra gittim. İnanamadım. Sadece bir tümsek... Ne bir mezar yapılmış ne bir taş dikilmiş. Ben yaptırayım diye düşündüm. Bu kadınla iki yıldır birlikteyim ve ona bir gönül borcum var. Hamid’in mezarıyla onunkini karşılaştırınca bir kez daha gördüm ki, tarih kadınlara çok büyük haksızlık etmiş. O şiirlerin ne kadarı Hamid’e ait, ne kadarı Lüsyen’in katkısı, kimse bilemez.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder